Psikanalitik terapinin kalbinde yer alan iki kavram vardır: aktarım (transference) ve karşı aktarım (countertransference).
Bu iki süreç, terapiyi yalnızca bir konuşma olmaktan çıkarır; bilinçdışı ilişkilerin yeniden sahnelendiği bir alan haline getirir.
Aktarım, danışanın geçmişte önemli figürlerle yaşadığı duygusal deneyimleri terapiste yönlendirmesidir.
Terapist artık yalnızca terapist değildir; bazen eleştiren bir baba, bazen reddeden bir anne, bazen de görülmeyen bir çocuk haline gelir.
Danışan farkında olmadan, geçmişte yarım kalan ilişki biçimlerini burada yeniden yaşar.
Freud’un ifadesiyle, “hasta hatırlamaz, tekrarlar.”
Bu tekrar, iyileşmenin zeminidir; çünkü geçmişte söylenemeyen duygular, terapi odasında ilk kez sözcüklere kavuşur.
Bir danışan, “siz de beni anlamayacaksınız” dediğinde aslında terapistine değil, geçmişte anlaşılmadığı bir figüre seslenir.
Terapist bu cümlede, bilinçdışının yankısını duyar.
İşte terapi burada derinleşir: geçmiş şimdiye taşınır, tekrar yaşanır ama bu kez fark edilir.
Bu farkındalık, hem duygusal hem yapısal dönüşümün başlangıcıdır.
Karşı aktarım ise terapistin kendi iç dünyasının bu ilişki sürecine verdiği yanıttır.
Terapist, danışanın duygularını, tavırlarını ve aktarımını kendi bilinçdışından süzerek hisseder.
Kimi zaman danışanın öfkesine karşı sabırsızlık, kimi zaman çaresizlik hissedebilir.
Bu duygular, sürecin bozulduğu noktalar değil; terapötik malzemenin bir parçasıdır.
Bir terapist, kendi karşı aktarımını fark ettiğinde danışanının iç dünyasına daha yakından yaklaşabilir.
Terapideki bu çift yönlü görünmeyen diyalog, ruhsal yapının derin katmanlarına dokunur.
Danışan ve terapist, bilinçdışı bir senaryoyu birlikte yeniden yazar.
Bu süreç, yalnızca geçmişle yüzleşmek değil, ilişkisel biçimde yeniden doğmaktır.
Çünkü terapi, bir şeyi “anlamak”tan çok, yeniden hissetmek ve farklı biçimde deneyimlemektir.
Psikanalitik kuram, aktarımı bir hata değil, bir fırsat olarak görür.
Aktarım sayesinde danışan, geçmişte çaresiz kaldığı ilişkisel döngüyü güvenli bir alanda yeniden yaşar.
Bu kez karşısında bir çocukluk figürü değil, duygularına tanıklık eden bir terapist vardır.
Ve bu tanıklık, insanın kendi öyküsünü yeniden yazabilmesini sağlar.
Günlük hayatta da aktarım dinamikleri sürekli işler.
Bir öğretmeni babamız gibi görmek, bir yöneticiden onay beklemek, bir partneri “beni terk etme” duygusuyla sınamak…
Hepsi geçmişin bugündeki yankılarıdır.
Psikanalitik bakış, bu yankıları fark etmekle başlar; çünkü geçmişi anlamadan bugünü özgürce yaşamak mümkün değildir.
Bu içsel çözümleme süreci, derin ama dönüştürücüdür.
Aktarımın fark edilmesiyle birlikte kişi, artık geçmişin tekrarına mecbur kalmaz.
İlişkiler, farkındalıkla yeniden kurulur.
Bu kavramlar yalnızca terapi odasında değil, yaşamın her alanında insana dair olanı anlamamıza yardım eder.
Psikanalitik düşüncenin sunduğu bu içgörüler hakkında daha fazlasını psikanalitikterapi.com üzerinden okuyabilirsiniz.
Terapinin insan ruhuna etkilerini ve aktarım sürecini daha yakından tanımak için: